Antik Mısır'da kadın sağlığı ve aile planlaması söz konusu olduğunda başvurulan yöntemler sadece birer batıl inanç değildi; aslında kimyanın ilk ve en vahşi denemeleriydi. Modern tıp henüz emeklemiyorken Mısırlılar, doğadaki maddeleri biyokimyasal birer silah gibi kullanmayı başarmıştı. Bu yöntemlerin başında ise Kahun Papirüsü’nde dahi yer alan timsah gübresi karışımları geliyordu.
Dünyanın ilk "doğum kontrol" reçetesi
Tarihin en eski tıp metinlerinden biri olan Kahun Jinekolojik Papirüsü, bu yöntemi açık bir tarifle günümüze taşıyor. Antik Mısır’ın reçetesi oldukça ilginçti: Timsah gübresi, bal ve sodyum karbonat (natron) karıştırılarak bir macun haline getiriliyordu. Balın yapışkan dokusu fiziksel bir bariyer oluştururken, timsah gübresi ise karışımın kimyasal gücünü temsil ediyordu.
Gübre spermleri nasıl öldürüyordu?
Modern laboratuvarlarda yapılan analizler, Mısırlıların bu yöntemi neden seçtiğine dair çarpıcı sonuçlar verdi. Timsah gübresi yüksek alkalin (bazik) bir yapıya sahiptir. Normalde asidik olan vajinal flora, bu yoğun alkalin maddeyle karşılaştığında pH dengesi spermlerin hayatta kalamayacağı bir seviyeye geliyordu. Kısacası Mısırlılar, pH değerini değiştirerek gebeliği önleyen ilk "spermiositleri" binlerce yıl önce icat etmişti.
Enfeksiyon riski ekonomik yıkımdan daha az korkutucuydu
Elbette bu "vahşi" yöntemin ağır bir faturası vardı. Timsah gübresi kullanımı ciddi enfeksiyonlara ve cilt tahrişlerine yol açıyordu. Ancak Antik Mısır'ın sert yaşam koşullarında, bakılamayacak kadar çok çocuğun getireceği ekonomik yük, enfeksiyon riskinden daha büyük bir tehdit olarak görülüyordu. Zamanla bu yöntem gelişerek yerini, asiditesi daha kontrollü olan fermente akasya sakızı gibi yöntemlere bıraktı.
Neden timsah?
Mısırlıların inek ya da aslan yerine timsahı seçmesinin arkasında yatan neden sadece kimya değildi. Mısır mitolojisinde timsah tanrısı Sobek, doğurganlığı ve korumayı temsil ederdi. Bir canlının gübresini kullanmak, onun spiritüel gücünü de vücuda almak anlamına geliyordu. Dolayısıyla bu uygulama, hem biyokimyasal bir deney hem de kutsal bir ritüel niteliğindeydi.