Gündem

Cumhuriyet’in kalbi 09.05’te durdu: Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin 87. yılı

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının üzerinden 87. yıl geçti. 10 Kasım 1938 günü tüm Türkiye’de hayat durdu, gözyaşları Ulu Önder için aktı.

Türk milletine önderlik ederek Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, bundan 87 yıl önce bir 10 Kasım sabahında ebediyete intikal etti. Saat 09.05’te son nefesini veren Atatürk’ü anmak için her yıl olduğu gibi bu yıl da Türkiye’nin dört bir yanında milyonlar saygı duruşunda bulundu. Atatürk’ün, Cumhuriyet’in adeta ‘’kalbinin’’ durduğu güne kadarki hayatını sizlere özel olarak hazırladık.

Atatürk’ün çocukluk ve eğitim yılları

Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selanik’te dünyaya gözlerini açtı. Zübeyde Hanım ve Ali Rıza Efendi’nin oğlu olan küçük Mustafa, annesinin isteğiyle ilk öğrenimine Hafız Mehmet Efendi’nin mahalle mektebinde başladı. Babasının yönlendirmesiyle kısa süre sonra Şemsi Efendi Mektebi’ne geçti ve burada ilkokulu tamamladı.

Henüz çocuk yaşlarda öğrenme isteği ve liderlik özellikleriyle dikkat çeken Mustafa Kemal, bir süre Mülkiye Rüştiyesi’nde okudu ancak kendi kararıyla buradan ayrılarak askeri eğitime yöneldi. Selanik Askeri Rüştiyesi’ne kaydolan genç Mustafa, burada “Kemal” adını matematik öğretmeni tarafından aldı.

Genç bir subayın yolculuğu başladı

Askeri eğitime ilgili olan Mustafa Kemal, Manastır Askeri İdadisi’ne girmiş ve buradan ikincilikle mezun olmuştu. 1899’da Harp Okulu’na giren Ulu Önder, 1902’de teğmen, 1905’te ise kurmay yüzbaşı olarak Harp Akademisi’ni tamamladı.

Staj için Şam’a atanan Atatürk, buradaki üstün başarılarından dolayı ‘’Beşinci Rütbe Mecidi Nişanı’’nı almaya hak kazandı. Bu başarısıyla artık Osmanlı ordusunda adını duyurmaya başlayan Atatürk, 1907’de Manastır’daki 3. Ordu Karargahı’na geçti ve Selanik’te kurmay subay görevini üstlendi.

Atatürk’ün ‘’Cumhuriyet’’ fikrini temellendirdiği yıllar da bu Manastır ve Selanik yılları olacaktı.

Askerlik ve savaş dönemi

1909’da İstanbul’daki 31 Mart Vakası’nı bastırmakla görevlendirilen Hareket Ordusu’nda yer alan Mustafa Kemal, disiplinli yönetim anlayışıyla öne çıktı. 1910’da Arnavutluk’taki isyanı bastıran harekâta katıldı.

Bir yıl sonra İtalya’nın Trablusgarp’ı işgaliyle başlayan savaşta gönüllü olarak görev aldı. Tobruk ve Derne’deki savunmayı başarıyla yöneten genç subay, burada ilk kez komutanlık kabiliyetini tüm dünyaya gösterdi.

‘’Anafartalar Kahramanı’’ unvanının kazanılışı

1912’de Balkan Savaşları’nda Gelibolu ve Bolayır’da görev alarak Edirne’nin kurtarılmasında etkili oldu. Ardından Sofya’ya askeri ataşe olarak gönderildi. Ancak o, cephede olmayı istiyordu. Enver Paşa’ya yazdığı mektupta şu sözlerle görev talebini dile getirdi:

“Vatanın müdafaasına ait faal vazifelerden daha mühim ve yüce bir vazife olamaz.”

Bu kararlılığı sayesinde 1915’te 19. Tümen Komutanı olarak Çanakkale Cephesi’ne atandı. Conkbayırı’nda “Cephaneniz yoksa süngünüz var” emrini vererek askerlerine moral oldu. Göğsüne isabet eden bir şarapnel parçası cebindeki saati parçalasa da, o ölümden döndü ve “Anafartalar Kahramanı” unvanıyla tarihe geçti.

1916’da Doğu Cephesi’nde Rus ilerleyişini durdurdu, Bitlis ve Muş’u geri aldı. Bu başarısı, ona generallik rütbesini kazandırdı. Ardından 7. Ordu Komutanı olarak Filistin ve Suriye’de görev yaptı. Savaşın son döneminde İngiliz işgaline karşı sert bir tavır aldı ve teslimiyet politikalarını eleştirdi.

Artık Mustafa Kemal, sadece bir asker değil, halkın kurtuluş umudu haline gelmişti.

Cumhuriyet’e giden yol

13 Kasım 1918’de İstanbul’a dönen Mustafa Kemal, ülkenin işgal altındaki acı tablosunu bizzat gördü. 16 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru’yla Samsun’a hareket eden Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastığında Türk milletinin doğuşuna kadar gidecek hareketin bebek adımını attı.

22 Haziran’da Amasya Genelgesi’nde millete çağrı yaparak şu sözleri söyledi:

“Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”

Ulusal direnişin örgütlenmesi

Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde ulusal mücadelenin temel ilkeleri belirlendi. “Manda ve himaye kabul edilemez” kararıyla bağımsızlık hedefi resmen ilan edildi. 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açılarak egemenlik millete geçti.

Mustafa Kemal, Meclis ve Hükümet Başkanı seçildi. Sevr Antlaşması’nı tanımadığını açıkça beyan ederek “Sevr bizce mevcut değildir” dedi.

Zafer adımları

İnönü Muharebeleri, Sakarya Zaferi ve Büyük Taarruz, Türk ordusunun destanlaştığı mücadelelerdi. “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.” sözü, ulusal direnişin simgesi oldu.

9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtuluşuyla savaş sona erdi. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’yla Türkiye’nin bağımsızlığı uluslararası alanda tanındı.

Devrimler, modernleşme ve Atatürk dönemi Türkiye’si

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildiğinde artık Türkiye Cumhuriyeti için yeni bir çağ başlamıştı. İlk Cumhurbaşkanı olarak görevine başlayan Atatürk, ölümüne kadar dört dönem üst üste bu görevi üstlenecekti.

1926’da kendisine suikast girişimi gerçekleştirilmesinin ardından söylediği sözler ise tarih sayfalarında yerini aldı:

“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

Ekonomi ve toplumda dönüşüm

1933’te başlatılan Beş Yıllık Sanayi Planı ile üretim arttı, fabrikalar kuruldu. Dış politikada Türkiye; Milletler Cemiyeti üyeliği, Balkan Antantı, Sadabat Paktı ve Montrö Sözleşmesi gibi adımlarla uluslararası saygınlığını güçlendirdi.

Atatürk, tarımı destekleyerek ülkenin ekonomik temellerini sağlamlaştırdı. Çiftliklerde bizzat tarım yöntemlerini denetledi, verimsiz toprakları üretime kazandırdı.

1934’te çıkarılan yasa ile kendisine “Atatürk” soyadı verildi — bu soyadını ondan başka kimse taşıyamayacaktı.

Ebediyete uğurlanış

1938 yılına gelindiğinde Atatürk’ün hastalığı ağırlaşmıştı. Doktorları Neşet Ömer İrdelp, Mim Kemal Öke ve Nihat Reşat Belger gün be gün rapor tutuyordu. 9 Kasım gecesi durumu kritikleşti. 10 Kasım 1938 sabahı, saatler 09.05’i gösterdiğinde “Büyük Şef”in kalbi durdu.

Kılıç Ali, o anı şu sözlerle anlattı:

“Kılıç bak, koskoca bir tarih göçüyor. Saat tam dokuzu beş geçiyordu. O güzel mavi gözlerini bize çevirdi ve sonsuza kapadı.”

Büyük yas günü

Atatürk’ün vefatı, tüm Türkiye’nin ağzını adeta kilitlercesine kapattı. Derin bir sessizliğe görünen ülkenin dört bir yanında bayraklar yarıya indirildi. Dolmabahçe Sarayı’ndan çıkarılan naaş, yüzbinlerce kişinin gözyaşlarıyla uğurlandı. 19 Kasım’da başlayan cenaze töreni, Sarayburnu’ndan Yavuz Zırhlısı’na, oradan da trenle Ankara’ya uzandı.

21 Kasım 1938’de düzenlenen devlet töreninde yabancı ülkelerin askeri birlikleri de hazır kıta bulundu. Atatürk’ün naaşı, geçici olarak Etnografya Müzesi’ne defnedildi.

Anıtkabir’in inşası

Rasattepe, Atatürk’ün sonsuz istirahatgahı olarak seçildi. 1941’de açılan yarışmayı Emin Onat ve Orhan Arda’nın projesi kazandı. 1953’te Anıtkabir tamamlandı. 10 Kasım 1953 sabahı, binlerce insanın katılımıyla Atatürk’ün naaşı dualar eşliğinde Anıtkabir’deki yerine konuldu.

Selanik’ten, Süleyman Şah Türbesi’nden, Kore ve Kıbrıs’tan getirilen topraklar mezarına serpilerek bir ömrün simgesi haline geldi.