Gündem

Uzaklaştırma Kararına Rağmen İşlenen Kadın Cinayetleri: Kararlar Ne Kadar Etkili?

Türkiye’de her yıl yüzlerce kadın, uzaklaştırma kararına rağmen eski eşleri veya partnerleri tarafından öldürülüyor. Avukat Nazlıcan Keleş, kararların amacını, etkinliğini ve uygulanmasındaki sorunları anlattı; kadınların korunması için neler yapılması gerektiğini açıkladı.

Kadınlar en çok en yakınındaki erkekler tarafından şiddete uğruyor ya da öldürülüyor. Devletin sunduğu en önemli koruma yollarından biri olan uzaklaştırma kararları, kağıt üzerinde kadınlara güvence vaat etse de pratikte aynı etkiyi göstermiyor. Çoğu zaman bu kararların ardından bile kadınlar saldırıya uğruyor, hatta yaşamlarını kaybediyor.

Kadın cinayetleriyle ilgili veriler, “koruma kararları neden işlemiyor?” sorusunu gündeme taşıyor. Uzaklaştırma kararına rağmen işlenen cinayetler, hem hukuki boşlukları hem de uygulamadaki yetersizlikleri tartışmaya açıyor. Bu noktada gözler yalnızca failde değil; kolluk kuvvetlerinden yargıya, devletin tüm mekanizmalarında alınması gereken önlemlere çevriliyor.

Biz de bu sorunun hukuki yönünü anlamak için Avukat Nazlıcan Keleş ile görüştük.

Yasal olarak uzaklaştırma kararının amacı nedir, kadınları korumada ne kadar etkin?

Avukat Nazlıcan Keleş, uzaklaştırma kararlarının amacının çok net olduğunu, şiddet uygulayan kişiyi mağdurdan uzak tutmak ve mağdurun güvenliğini sağlamak olduğunu vurgulayarak şunları söyledi:

“Bu kararın alınması için şiddet tehdidi de yeterlidir. Uzaklaştırma kararı mağdurun evine, işine, okuluna yaklaşmayı yasaklayarak mağdura nefes alabileceği bir alan yaratıyor. Karar çıktığında çoğu zaman mağdurlar kendini biraz daha güvende hissediyor ve ‘artık yalnız değilim’ diyebiliyor. Ama bu kararın çıkmış olması tek başına yeterli değil maalesef; failin yaptırımları idrak etmesi ve kolluğun da bu süreci bilinçli bir şekilde takip etmesi çok önemli.
Uzaklaştırma kararı almak için illa darp raporu şart değil. Kanun mağdurun beyanını esas alıyor. Ama şiddeti gösteren her türlü delil –örneğin mesaj kayıtları, tanık anlatımları, rapor gibi belgeler– kararı güçlendiriyor. Mağdurlara her zaman, yaşadıkları olayları belgeleyecek her şeyi saklamalarını öneriyoruz.”

Türkiye’de bu kararların uygulanması ne durumda?

Avukat Keleş, kararların uygulanmasıyla ilgili veriler hakkında şunları kaydetti: “Türkiye’de bu kararların uygulanmasına baktığımızda olumlu örnekler tabii ki var ama zaman zaman gecikmeler ve iletişim sorunları da yaşanabiliyor. Benim pratikte de gördüğüm şu: Başvuru yapıldığında hızlıca karar çıkarsa kişi kendini daha güvende hissediyor. Ama süreç uzadığında ya da aynı ciddiyetle uygulanmadığında mağdurun sisteme olan güveni sarsılabiliyor.


Verilere baktığımızda, 6284 sayılı Kanun kapsamında verilen uzaklaştırma ve koruma tedbirlerinde aslında kabul oranı oldukça yüksek. İstanbul Barosu’nun yaptığı incelemeye göre başvuruların yaklaşık %97’si kabul ediliyor. En çok verilen tedbir de yaklaşamama kararı; yani kişinin mağdurun evine, işine ya da okuluna yaklaşmasının yasaklanması. Bu tür kararlar dosyaların yaklaşık %80’inde var. Ama iş sadece karar almakla bitmiyor. Uygulamada kararların çoğu 1–2 aylık sürelerle veriliyor. Süre bitince yeniden başvuru yapmak gerekebiliyor ve bu da mağdurlar için ciddi bir yük oluşturuyor.
Bir de işin teknolojik boyutu var.

KADES uygulamasını hepimiz duymuşuzdur. Bu uygulama bugün milyonlarca kişi tarafından indirilmiş, 2 milyona yakın ihbar yapılmış ve bu sayede çok fazla kişiye müdahale edilmiş durumda. Bu da aslında korunma ihtiyacının ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Türkiye’de kararlar veriliyor ama süre, denetim ve uygulanma aşamalarında iyileştirmeye ihtiyaç var.”

Fail kuralları ihlal ederse ne oluyor?

Avukat Keleş: “Uzaklaştırma kararı alındıktan sonra kuralları ihlal eden fail hakkında zorlama hapsi uygulanıyor. İlk ihlalde üç günden on güne kadar, tekrarında on beş günden otuz güne kadar hapis verilebiliyor. Bu yaptırım aslında oldukça caydırıcı olarak tasarlanmış ama bazen hızlı uygulanmadığında failde ‘nasıl olsa bir şey olmaz’ algısı doğabiliyor ve bu da maalesef çok kötü sonuçlara yol açabiliyor.” açıklamasında bulundu.

Kadınların uzaklaştırma kararına rağmen korunamaması, hukuki açıdan bir “boşluk” mu yoksa “uygulama sorunu” mu?

Avukat Keleş, uzaklaştırma kararına rağmen kadınların korunamaması hakkında şu açıklamalara yer verdi:
“Mağdurların korunamamasının bir hukuki boşluk değil, daha çok uygulama sorunu olduğu fikrindeyim. Mevzuat aslında çok kapsamlı ve gerekli düzenlemeler var. Bence asıl sorun, uygulamanın her yerde aynı özen ve bilinçle yapılmaması. Meslek hayatımda şunu çok görüyorum, aynı durum farklı yerlerde çok farklı şekillerde sonuçlanabiliyor. Bu da mağdurların endişesine yol açabiliyor.”

Kolluk kuvvetlerinin sorumlulukları

Avukat Keleş, kararın uygulanmasında polis/jandarmanın sorumlulukları ve kolluk kuvvetlerinin yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde nasıl bir sorumluluk doğabileceği hakkında açıklamalarda bulundu.

“Kolluğun görevi mağduru güvende hissettirmektir. Gerekirse sağlık raporu aldırmak, ilgili kurumlara yönlendirmek, geçici koruma sağlamak, ihlallerde hemen işlem yapmak şeklindedir. Bu görevler yerine getirildiğinde kanun yeterince koruyucu aslında.
Bazen bu adımların eksik yapıldığını görüyoruz. Bazı yerlerde bu tip olaylara hâlâ ‘aile içi mesele’ gibi bakıldığını gördüm, bu da işin en tehlikeli kısmı. İşte o zaman mağdur tekrar risk altında kalıyor.
Kolluk kuvvetleri görevini yapmadığı takdirde hem idari hem cezai sorumluluk söz konusu olabilir. Ayrıca devletin ‘yaşam hakkını koruma yükümlülüğü’ var. Yani olay sadece bireysel değil, devletin sorumluluğu da var.”

Kadınların şikâyetten vazgeçme nedenleri

Avukat Keleş, dosyalarda sıkça karşılaştığı bir durum olduğunu belirterek “Bunun arkasında çoğunlukla ekonomik kaygılar, aile baskısı ya da sürecin uzun ve yıpratıcı olacağı düşüncesi var. İnsanlar bazen sadece çocuklarını veya yakınlarını düşünerek geri adım atabiliyor. Burada önemli olan, mağdurun yalnız bırakılmaması.” açıklamalarına yer verdi.

Sistemin işlevsel hale gelmesi için ne yapılmalı?

“Sistemin daha iyi işlemesi için en önemli ihtiyaç kararların kişiye özel verilmesi olabilir. Bazen aynı kalıp kararlar çıkıyor, oysa her mağdurun ihtiyacı farklı. Ayrıca tedbirlerin uzatılması için sürekli başvuru yapılması da mağdur için büyük bir yük. Yapılması gereken iyileştirmelerden bazıları; kolluğun eğitiminin artırılması, elektronik kelepçenin yaygın kullanılması, mağdurlara ekonomik destek sağlanması, hızlı müdahale ekipleri kurulmasıdır.
Yurt dışında örnek olarak İspanya’da aile içi şiddete özel mahkemeler var ve çok etkili çalışıyorlar. Bizde de uzmanlaşma gerektiğini düşünüyorum.”

“Asıl mesele, mekanizmaların tavizsiz uygulanması”

“Dünyadan örnek vermek gerekirse yine altını çizeceğim şey elektronik kelepçe uygulaması olacak. İspanya’da elektronik kelepçe ile failin mağdura yaklaşması anında tespit ediliyor. Türkiye’de de bu tür teknolojiler kullanılabilir. Ama bence asıl mesele, bizim elimizdeki mekanizmaların tavizsiz uygulanması.

En acil atılması gereken adım

Avukat Keleş, “En acil olan şey aslında çok basit: Kanunların eksiksiz uygulanması. Şiddete maruz kalan kişi karakola gittiğinde hemen korunmalı. Çünkü bu tür olaylarda bazen dakikalar bile hayat kurtarıyor. Yine elektronik kelepçe uygulamasının çok fazla fark yaratacağını düşünüyorum.” açıklamalarına yer verdi.

Medyanın sorumluluğu

Avukat Keleş, medyanın bu davalardaki sorumluluğu ve kadın cinayetlerine karşı kamuoyu baskısının hukuki süreçlere etkisinden bahsetti. Keleş, medyanın sorumluluğunun öncelikle halkı bu tip durumlar için bilinçlendirmek olduğunu düşünmekle birlikte medya dilinin bu konuda çok daha önemli olduğunu belirtti.

“Medyanın sorumluluğu öncelikle halkı bu tip durumlar için bilinçlendirmektir. Medya dili bu konuda çok daha önemli. Örneğin şiddet olayları ‘kıskançlık krizi’ gibi ifadelerle meşrulaştırılmamalı, bilinçlendirici bir dil kullanılmalı. Medya, olayı sansasyonel hale getirmeden, mağduru damgalamadan anlatmalı. Aynı zamanda iyi örnekleri de göstermeli. Kamuoyu baskısı bazı dosyalarda süreci hızlandırdığını görüyoruz ama ideal olan, her dosyanın kamuoyu baskısına gerek kalmadan aynı ciddiyetle yürütülmesidir aslında.’’

Bu röportaj sırasında hem gazeteci olarak hem de bir kadın olarak aklımdan geçen tek şey şuydu: “Bir sonraki kadın cinayeti önlenebilir mi?” Kadınların hayatlarını korumak için alınacak her önlem, atılacak her adım aslında sadece bu sorunun cevabını arıyor.