Gündem

Arıkan’dan 11. yargı paketine sert eleştiriler: Katil, tacizci affedilecek, tweet atan içeride yatacak

Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, TBMM Grup Toplantısı’nda 11. Yargı Paketi’ni “suçlunun suçuna rıza” sözleriyle hedef aldı. Paketin adli suçlulara af imkânı tanırken akademisyen, gazeteci ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle yargılananları kapsam dışı bıraktığını savunan Arıkan, iktidarın ekonomi, özgürlükler, engelli politikaları ve dış ilişkilerine de yüklenerek geniş bir çerçevede eleştiri yöneltti.

Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, TBMM Grup Toplantısı’nda yaptığı kapsamlı konuşmada iktidarın hazırladığı 11. Yargı Paketi’ni, cezaevlerindeki on binlerce adli hükümlüye tahliye kapısı açarken düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında yargılananları dışarıda bırakan bir düzenleme olarak nitelendirdi. Arıkan, paketi “dikiş tutmayan bir elbiseye 11. kez yama” benzetmesiyle eleştirirken, yalnızca infaz rejimi değil, özgürlükler ve yasaklar, engelli politikaları, ABD’nin Heybeliada çıkışı, Lübnan’daki Filistin kamplarına yönelik projeler, “Terörsüz Türkiye” süreci, denetim zaafları, asgari ücret ve emekli maaşları ile bütçe ve büyüme politikalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Arıkan 11. yargı paketini “suçlunun suçuna rıza” diye niteledi

Konuşmasının merkezine 11. Yargı Paketi’ni alan Mahmut Arıkan, düzenlemenin adli suçlulara geniş bir tahliye imkânı tanırken düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındaki davaları kapsam dışı bıraktığını savundu. Arıkan, pakete yönelik temel eleştirisini şu sözlerle dile getirdi:

“Dolandırıcı affedilecek ama akademisyen, gazeteci ve bir tweet atanlar içeride kalacak” diyerek düzenlemeyi “suçlunun suçuna rıza” olarak nitelendirdi.

TBMM’deki konuşmasında eleştirilerini detaylandıran Arıkan, iktidarın hazırladığı paketin on binlerce adli hükümlünün tahliyesinin önünü açtığını, ancak düşünce suçlularının bu düzenlemeden yararlanamayacağını belirtti. Bu çerçevede, “Dolandırıcı affedilecek; ama akademisyen içeride kalmaya devam edecek. Hırsız affedilecek; ama gazeteci içeride kalmaya devam edecek. Sahtekar müteahhit affedilecek; ama bir tweet yüzünden içeri atılan binlerce insan içeride kalacak.” ifadelerini kullandı.

“Yargıda sökük büyüyor” çıkışı

Arıkan, 11. Yargı Paketi’ne dair eleştirisini “dikiş tutmayan elbise” benzetmesiyle somutlaştırdı. Paketin, yıllardır yapılan düzenlemelerin adalet sistemindeki yapısal sorunları çözmediğinin yeni bir göstergesi olduğunu savunarak şunları söyledi:

“Öncelikle: 11. yargı paketi demek, dikiş tutmayan bir elbiseye 11. kez yama yapmak demektir. Şunu da söylemeliyim; yama yaptıkça, yargıda sökük büyüyor. Toplumun beklentisi ‘infazda eşitlik yargıda adalet’ iken bu arkadaşlarımız ‘infazda eşitsizliği, yargıda adaletsizliği’ tescilleyen bir düzenlemeyle karşımıza çıkıyorlar.”

Paketin cezaevlerindeki yoğunluğu azaltma amacıyla hazırlandığını, ancak yöntemin yanlış olduğunu savunan Arıkan, adli suçlardan hüküm giymiş çok sayıda kişinin tahliye edileceğini, buna karşın düşüncesini ifade edenlerin içeride kalacağını dile getirdi. Bu çerçevede, cezaevlerinden dalgalar halinde tahliyeler beklendiğini belirterek, “100 bin, 150 bin ya da 200 bin hükümlü infazdan yararlanıp tahliye ediliyor ancak bir yıl içerisinde aynı suçlar daha fazla insan tarafından yeniden işleniyor.” sözleriyle kalıcı çözüm üretilmediğini ifade etti.

“Katili, hırsızı, dolandırıcıyı affederseniz vatandaşa ihanet edersiniz”

Mahmut Arıkan, 11. Yargı Paketi’ne ilişkin en sert değerlendirmelerini, adli suçlara yönelik affın toplumsal sonuçlarına dikkat çekerek yaptı. İktidarın cezaevlerindeki yoğunluk gerekçesiyle suçluları tahliye ettiğini savunan Arıkan, şunları söyledi:

“Sizler bugün katili, hırsızı, dolandırıcıyı, tacizciyi affederseniz; bunlar yüzünden mağdur olan vatandaşlarımıza ihanet etmiş olursunuz. Yaptığı çürük bina yüzünden insanların canına mal olan müteahhidi affederseniz; vefat edenlerin ruhuna, onların yakınlarına ihanet etmiş olursunuz. Çocuğunu uyuşturucunun pençesinden kurtarmaya çalışan annelerin feryadı ortadayken uyuşturucu satıcısını affederseniz; o annenin ahını alır, yeni annelerin acısına zemin hazırlarsınız.”

Arıkan, bu uygulamanın özünü şu cümlelerle özetledi:

“Dolandırıcı affedilecek; ama akademisyen içeride kalmaya devam edecek. Hırsız affedilecek; ama gazeteci içeride kalmaya devam edecek. Sahtekar müteahhit affedilecek; ama bir tweet yüzünden içeri atılan binlerce insan içeride kalacak. Hiç kusura bakmayın, alınmayın, gücenmeyin! Adına ister ‘Af’ ister ‘Düzenleme’ deyip laf cambazlığı yapmaya çalışın. Gerçekte yaptığınız; ahlaklı vatandaşa, kurala uyan masuma ceza, suçlunun suçuna rızadır.”

“Cezaevlerinden adli suçluları tahliye edip muhaliflere yer açmak” iddiası

Saadet Partisi lideri, paketin cezaevleri boyutuna ilişkin değerlendirmesini daha geniş bir çerçeveye taşıyarak, asıl sorunun suçun kaynağında yattığını vurguladı. Her yıl 150–200 bin kişinin suç işleyerek cezaevine girdiğini hatırlatan Arıkan, “Nasıl oluyor da her sene 150–200 bin kişi suç işleyip cezaevine giriyor?” sorusunun sorulması gerektiğine işaret etti.

İktidarı, “cezaevlerinden adli suçluları tahliye edip, siyasi muhaliflere yer açmak”la suçlayan Arıkan, çözümün sürekli yasal değişiklikler yapmakta değil, “ahlak ve maneviyat şuuruna dayanan bir toplum” inşa etmekte olduğunu savundu. Bu çerçevede şu uyarıyı yaptı:

“Biz sizleri bir kez daha uyarıyoruz; önce ahlak ve maneviyat şuuruna dayanan bir toplumu inşa etmeye öncelik vermezseniz hiçbir suçun önüne geçemezsiniz! Fabrika yerine cezaevi, okul yerine ıslah evi, araştırma merkezi yerine uyuşturucu ile mücadele merkezi açmak zorunda kalırsınız.”

Özgürlükler ve yasaklar tartışması: “Kimin tutuklu kalacağına hukuk değil iktidar karar veriyor”

Konuşmasının “Özgürlükler ve yasaklar” başlıklı bölümünde Mahmut Arıkan, 11. Yargı Paketi’ne yönelik eleştirilerini ülkedeki genel özgürlük iklimiyle ilişkilendirdi. Türkiye’de aynı anda hem özgürlüklerin hem de yasakların konuşulduğunu söyleyen Arıkan, tabloyu şöyle özetledi:

“İktidar ülkemizi öyle bir noktaya getirdi ki; Türkiye’de özgürlükler ve yasaklar aynı anda konuşuluyor. Neyin serbest neyin yasak olduğuna, kimin serbest kimin tutuklu kalacağına hukuk değil, iktidar karar veriyor.”

Arıkan, bir yanda Abdullah Öcalan’a özgürlük ve genel af tartışmaları yapılırken, diğer yanda gazeteci Fatih Altaylı’ya 4 yıllık hapis cezası verilmesi, Selahattin Demirtaş hakkında cumhurbaşkanına hakaretten yeni dava açılması ve KHK’lıların gündeme dahi alınmamasının, siyasetin yargı üzerindeki belirleyiciliğine işaret ettiğini savundu. Bu durumu şöyle ifade etti:

“Bir tarafta Abdullah Öcalan’a özgürlük, genel af konuşulurken, diğer tarafta; Fatih Altaylı’ya 4 yıl hapis cezası verilmesi, Selahattin Demirtaş’a cumhurbaşkanına hakaretten yeni bir dava açılması, KHK’lıların hiç gündeme alınmaması başka bir plan, başka bir niyet, başka bir dizayn mı var; sorularını akıllara getiriyor.”

Engelliler için “benden sonra çocuğuma kim bakacak” endişesini bitirme vaadi

Grup konuşmasının ilk bölümünde 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’ne değinen Arıkan, iktidarın engelli politikalarını yetersiz buldu. “Temel insan haklarından mahrum bırakılan, yalnızlaştırılan, damgalanan milyonlarca engelli ve ailelerinin sorunları için atılan adımlar hâlâ yetersizdir.” diyen Arıkan, yetki verilmesi halinde izleyecekleri politikaları detaylandırdı.

Engelli bireylerin eğitim ve sosyal imkânlarının yaşamın tüm evrelerine yayılacağını, kamuda ve özel sektörde engelli kotalarının artırılacağını ve “boş kadroların ivedilikle doldurulacağını” belirtti. Engellilere kendi mesleklerinde iş verilmesi, yapamayacakları işlerin teklif edilmemesi, engelli aylıklarında “hane geliri” kriterinin kaldırılması ve evde bakım hizmeti verenlerin sosyal güvenceye kavuşturulması da Arıkan’ın verdiği sözler arasında yer aldı.

Okulların ve turistik tesislerin tam erişilebilir hale getirileceğini, ortez ve protez gibi tıbbi cihazların “devlet güvencesiyle ücretsiz karşılanacağını” ifade eden Arıkan, özellikle engelli çocuk sahibi ailelere hitap ederek şu mesajı verdi:

“Engelli çocuklara sahip anneler, babalar. Biliyorum ‘benden sonra çocuğuma kim bakacak’ endişesi taşıyorsunuz. Söz veriyorum, bizim iktidarımızda, çocuklarınız bize emanet olacak.”

Heybeliada tartışması ve Tom Barrack’a “sömürge valisi” benzetmesi

Konuşmasında “Tom Barrack ve Heybeliada çıkışı” başlığıyla ABD’nin Türkiye Büyükelçisi’ne de tepki gösteren Arıkan, büyükelçinin Heybeliada Ruhban Okulu’na ilişkin sözlerini gündeme getirdi. Barrack’ın, Yunanistan’dan yaptığı “Hedefimiz, Eylül 2026’da Heybeliada Ruhban Okulu’nu yeniden açmaktır.” açıklamasını hatırlatan Arıkan, bu ifadeleri Türkiye’nin egemenlik haklarına dönük “pervasız saldırı” olarak nitelendirdi:

“Burada asıl mesele; Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarına yapılan pervasız saldırıdır! ABD Büyükelçisi kim oluyor da, Türkiye’deki bir okul hakkında çıkıp, sanki kendi mülkü üzerinde tasarrufta bulunuyormuş gibi ‘hedef’ koyabiliyor?”

Meseleyi Ortodoks vatandaşlarla ilgili bir tartışma olarak değil, Türkiye’ye karşı bir “dış baskı aracı”nın parçası olarak gördüklerini belirten Arıkan, hükümetin bu konuda sessiz kalmasını da eleştirdi:

“Bu hadsizliğe karşı neden suskunsunuz? Bir büyükelçi, Yunanistan’dan Türkiye’ye takvim dayatırken, sizin sessizliğiniz yoksa ‘ikrar’dan mı geliyor?”

Büyükelçinin üslubunu “sömürge valisi edası” olarak tanımlayan Arıkan, şu ifadeleri kullandı:

“Tom Barrack’ın bir gün Bahreyn’den, bir gün Şam’dan, bir gün Atina’dan Türkiye’ye ayar vermeye kalkışmasını kabul etmiyor, reddediyoruz.”

Lübnan’daki Filistin kampları için “meslek edindirme” ve “temiz kamplar” projeleri

Konuşmasında “Lübnan ve Filistin kampları” başlığı altında uluslararası çalışmalara da değinen Arıkan, Papa’nın Türkiye ziyaretinin ardından Lübnan’a gittiğini hatırlattı ve Saadet Partisi heyetiyle kendilerinin de Lübnan’daki Filistin kamplarını ziyaret ettiklerini anlattı. Lübnan’da 12 Filistin kampı bulunduğunu ve bu kamplarda “çok zor şartlar altında yaşam mücadelesi verildiğini” ifade etti.

Milli Görüş hareketi olarak iki projeyi hayata geçirdiklerini belirten Arıkan, bunları “Erbakan Hocamızın adını taşıyan Meslek Edindirme Eğitim Merkezi” ve “Temiz Kamplar Çöp Toplama Projesi” olarak açıkladı. Meslek edindirme merkezinin, kamplarda yaşayanlara sürdürülebilir bir yaşam imkânı sunmayı hedeflediğini, çöp toplama projesi kapsamında da özel dizayn edilmiş araçların hizmete alındığını söyledi.

“Türkiye’den beklenti çok büyük. Hem tarihî bağlarımız hem de bölgede üstlendiğimiz misyon gereği, Türkiye’nin yapacağı her iş, söyleyeceği her söz dikkatle takip edilmekte. Ancak Türkiye üzerine düşeni -maalesef- yerine getirememektedir. Biz Milli Görüş olarak, Filistinli kardeşlerimizin yanındayız, olmaya da devam edeceğiz.” diyen Arıkan, Uluslararası Milli Görüş Yardım Organizasyonu’na, yöneticilerine ve gönüllülerine teşekkür etti ve bu tür projeleri “insanî ve ahlaki sorumluluk” olarak gördüklerini vurguladı.

“Terörsüz Türkiye” süreci için şeffaflık ve ifade özgürlüğü çağrısı

Mahmut Arıkan, iktidarın yürüttüğü “Terörsüz Türkiye” başlıklı sürece ilişkin değerlendirmelerde bulunarak, sürecin başlangıç noktası olarak 1 Ekim 2024’te MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Partili milletvekilleriyle tokalaşmasını işaret etti. Bu sürecin, sonrasında Bahçeli’nin çağrıları ve İmralı ziyaretleriyle şekillendiğini söyledi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Terörsüz Türkiye’nin kazananı 85 milyon olacak.” sözlerini hatırlatan Arıkan, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda yer alışlarını da bu hedefe bağladı:

“Bizim bu sürece destek vermedeki amacımız tam olarak budur. Süreç bozulsun istemiyoruz ama her şey Komisyon ve Ada arasında bir oyalamaya dönsün de istemiyoruz.”

Sürecin şeffaf yürütülmesi ve kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi gerektiğini vurgulayan Arıkan, düşünce ve ifade özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasını ve muhaliflere dönük gözaltı uygulamalarına son verilmesini istedi:

“Yargının muhalifleri susturmak ve cezalandırmak için kullanışlı bir aparat olmasına sebep olmayın. Çözümü ABD ve İsrail’den gelen telkinlerde değil, bölge ülkeleri ile hakkı üstün tutan bir anlayışla, samimi bir şekilde arayın. Sesimizi duyun, önerilerimizi dikkate alın, kandırmacadan, oyalamacadan, algı yönetiminden vazgeçin.”

Halk sağlığı ve denetim: “İnsanımız ölmeden denetim yapılmayacak mı?”

Konuşmasının “Halk sağlığı ve denetim” bölümünde Saadet lideri, son dönemde artan zehirlenme vakaları ve iş güvenliği skandallarını gündeme taşıdı. Kasım ayının “zehirlenme vakalarıyla” geçtiğini belirten Arıkan, restoran ve kafelere yapılan baskınların geç kalmış adımlar olduğunu savundu.

“Öncelikle halk sağlığı sadece zabıta baskınları ile sağlanamaz! Çözüm baskın değil, sistemli denetimdir. Kafelerin, restoranların, kasapların yani halk sağlığını ve gıda güvenliğini ilgilendiren birçok yerin denetlenmesi için illa canlarımızı vermemiz mi gerekirdi?” diyen Arıkan, maden göçükleri, otel yangınları, kaçak depolardaki patlamalar ve ilaçlama facialarını hatırlatarak, “Bu ülkede insanımız ölmeden denetim ve takip yapılmayacak mı?” sorusunu yöneltti.

İktidarın süreçler devam ederken sessiz kaldığını, yalnızca sonuçlar ortaya çıktıktan sonra açıklama yaptığını söyleyen Arıkan, “Bir kez de felaketten önce önlem alın!” çağrısında bulundu ve şöyle devam etti:

“İktidara bakıyoruz! Olaylar yaşanırken hiç gıkları çıkmıyor! Süreçte hiç yoklar. Hep sonuçlar üzerine konuşuyorlar. Mış gibi yaparak devlet yönetilmez! Bizim; yangına, göçüğe, zehirlenmeye verecek canımız da tahammülümüz de kalmadı!”

Asgari ücret ve emekliler: “Açlık sınırının altında asgari ücret tartışılıyor”

Ekonomi başlığında özellikle asgari ücret ve emekli maaşlarına odaklanan Arıkan, Türkiye’de 16 milyon kişinin asgari ücretle çalıştığını hatırlattı ve bu ücretin artık alt sınır olmaktan çıkıp “temel ücret” haline geldiğini söyledi. İktidarın zamları “otomatiğe bağladığını”, ancak asgari ücretli ve emekliye gelindiğinde süreçlerin uzatıldığını savundu:

“Komisyonlar toplanıyor, müzakereler yapılıyor, masalara oturuluyor, masalardan kalkılıyor; adeta tam bir tiyatro sahneleniyor. Vatandaştan alırken kepçeyle alan iktidar, vatandaşa verirken kaşıkla bile vermiyor.”

Açlık sınırının 29.828 TL’ye yükseldiğini hatırlatan Arıkan, buna karşın 26–28 bin TL bandında bir asgari ücretin tartışılmasını “Cumhuriyet tarihinde bir ilk” olarak nitelendirdi:

“Cumhuriyet tarihinde yine bir ilk gerçekleşiyor ve açlık sınırının altında bir asgari ücret tartışılıyor!”

Emeklilerin durumuna değinirken geçinemediği için çalışmak zorunda kalan 8 milyon emekli olduğunu belirten Arıkan, iş kazaları ve kalp krizi nedeniyle hayatını kaybeden emeklilerin hikâyelerine işaret etti. Emekli maaşlarının açlık sınırının yarısına denk geldiğini söyleyen Arıkan, emeklilerin çay ocağında oturacak parayı bile bulamaz hale geldiğini vurguladı:

“Bu amcalarımız niye bankta oturuyor? Çünkü artık bu ülkede, emeklimizin aldığı maaş çay ocağında çay içmesine bile izin vermiyor. O yüzden, bu amcalarımız belediye parkında, yaptığınız millet bahçelerinde çay parası bulamadığı için bankta oturuyor.”

Almanya’dan Türkiye’ye tatile gelen emeklilerle bir karşılaştırma yaparak durumu şöyle özetledi:

“Hasan amca bankta, Hans amca şezlongda.”

Büyüme, bütçe ve vergi yükü eleştirisi

“Büyüme ve bütçe” başlığı altında iktidarın ekonomik veriler üzerinden kurduğu söylemi sorgulayan Mahmut Arıkan, “%3.7 büyüdük, milli gelirimiz 1,5 trilyon dolar oldu, kişi başına gelir 17 bin dolara yükseldi.” sözlerinin sokaktaki vatandaşa yansımadığını savundu. Bu noktada şu soruları yöneltti:

“Şimdi sormak lazım; emekli Hasan amca ve asgari ücretli Ali kardeşim bu büyümenin neresinde? Niçin, asgari ücretlimizin bundan haberi yok? Niçin emekli Hasan amcanın payına millet bahçesinde banklarda oturmak düşüyor?”

Bütçenin küresel sermayeye ve faize kaynak aktardığını iddia eden Arıkan, 2026’da faize ödenecek tutarın 2 trilyon 741 milyar lira olduğunu vurguladı. Bütçede 3 trilyon 597 milyar liralık “vergi harcaması” bulunduğuna dikkat çekerek, bunun “silinecek vergi” anlamına geldiğini ve büyük sermaye için avantaj sağladığını öne sürdü.

Gelir vergisi, ÖTV, KDV ve kurumlar vergisi hedeflerini sıralayan Arıkan, vergi yükünün yine yoksul ve sabit gelirlilerin sırtına yüklendiğini savundu:

“Yani yoksuldan, dar gelirliden, sabit gelirliden, küçük işletme sahiplerinden alınacak. Yine faize ve küresel sermayeye aktarılacak. Tüm bunlardan sonra Sayın Şimşeğin: ‘Bütçe arzuladığımız yere geldi’ demesi bizi ciddi şüpheye düşürdü. Sizin arzuladığınız, milletimizin kaynaklarını faizcilere, yandaşlara aktarmak mı?”

“Ekonomik kriz yok, geçimi iktidar eliyle krize sokulan insanlar var.” diyen Arıkan, “Hepimiz aynı gemideyiz” söylemine de itiraz ederek, bu bütçeden aslında “mutlu azınlığın” yararlandığını ileri sürdü.

“Filistinli mazlumun sesi biziz”

Konuşmasının sonunda siyasal, sosyal ve ekonomik eleştirilerini Saadet Partisi’nin nasıl bir düzen talep ettiğini anlatarak bağlayan Mahmut Arıkan, iktidarı “suçluyu affedip düşünceyi hapseden, müteahhidi koruyup depremzedeyi unutan” bir çizgide olmakla suçladı. Saadet Partisi’nin tarafını ise şu sözlerle tanımladı:

“Biz, annelere ‘benden sonra çocuğuma ne olacak’ dedirtmeyen bir devlet için varız. Biz, suçlunun değil masumun korunduğu bir adalet için varız. Biz, asgari ücretlinin açlığa mahkûm edilmediği bir düzen için varız. Engelli kardeşimin umudu biziz. Emekli amcamızın güvencesi biziz. Filistinli mazlumun sesi biziz. Biz, terörün de, yoksulluğun da, adaletsizliğin de bu topraklardan sökülüp atılmasını istiyoruz.”

Konuşmasının merkezinde ise 11. Yargı Paketi’ne dair şu uyarı cümlesi yer aldı:

“Gerçekte yaptığınız; ahlaklı vatandaşa, kurala uyan masuma ceza, suçlunun suçuna rızadır.”