Anadolu topraklarında kahve, sadece bir keyif içeceği değil; dostluğun, vefanın ve toplumsal barışın en somut mührüdür. 16. yüzyılda saray mutfağına giren, ardından Tahtakale’deki kahvehanelerle kamusal bir kimlik kazanan bu siyah inci, zamanla "Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır" sözüyle etik bir çerçeveye oturdu.
Peki, neden 20 veya 50 yıl değil de özellikle "40 yıl"? Bu rakamın ardında hem yaşanmış bir insanlık dramı hem de binlerce yıllık mistik bir sayı sembolizmi yatıyor.
Üsküdarlı Yusuf ile Rum Kaptan Stelyo’nun unutulmaz vefası
Bu ikonik atasözünün kökenine dair en güçlü anlatı, 19. yüzyıl İstanbul’unda geçer. Rivayete göre, Yemiş İskelesi’nde kahve işleten Üsküdarlı Yusuf, dükkanına gelen bir zabitin "Bu Rum kaptana kahve verme" talimatına karşı çıkarak; "O kahve senin değil, benim ikramımdır" der ve Rum Kaptan Stelyo ile karşılıklı kahve içer.
Aradan yıllar geçer, Mora İsyanı sırasında esir düşen Yusuf’u satın alarak serbest bırakan kişi, o kahveyi unutmayan Stelyo’dan başkası değildir. "Ben, kırk yıl önce bir fincan kahvesini içtiğim Rum kaptanım" diyen Stelyo, bir fincan ikramın bir can borcuna dönüştüğü o tarihi anın kahramanı olur.
Neden 40 yıl?
Kahvenin hatrındaki "40" rakamı, tesadüfen seçilmiş bir süre değildir. Türk-İslam kültüründe bu sayı; olgunlaşmanın, arınmanın ve tamlığın eşiğidir. Hz. Muhammed'e peygamberliğin 40 yaşında gelmesi, dervişlerin 40 günlük "çile" süreci ve masallardaki "40 gün 40 gece" düğünler, bu sayının dönüştürücü gücünü simgeler.
Dolayısıyla kahveye biçilen 40 yıllık hatır, aslında o dostluğun artık "kemale erdiği" ve bir ömür boyu süreceği anlamına gelir. Bugün UNESCO tarafından dünya mirası olarak tescillenen Türk kahvesi, kız isteme törenlerinden en derin sohbetlere kadar her fincanda bu kadim "sosyal sözleşmeyi" tazelemeye devam ediyor.







