Kültür Sanat

Netflix Top 10’da zirvede: Frankenstein (2025) filminin konusu

Netflix Top 10’da zirvede: Guillermo del Toro’nun yönetmenliğinde “Frankenstein (2025)”, Mary Shelley klasiğini modern ve duygusal bir bakışla sinemaya taşıyor.

Netflix’in 2025 yapımı “Frankenstein” filmi, yayınlandığı ilk günden itibaren platformun Top 10 listesinde zirveye oturdu. Guillermo del Toro’nun yönetmenliğini üstlendiği bu yapım, Mary Shelley’nin 1818 tarihli klasiğinin modern ve duygusal bir uyarlaması olarak dikkat çekiyor. Klasik korku ögelerinin ötesine geçen film, daha çok gothic bir aile draması olarak tanımlanabilir. Oscar Isaac, Jacob Elordi ve Mia Goth’un başrollerini paylaştığı film, seyircileri bilim, etik ve insan doğasının sınırlarında duygusal bir yolculuğa çıkarıyor.

Frankenstein 2025 filminin konusu

Filmin açılışı, izleyiciyi doğrudan gerilimin içine çekiyor: Donmuş Arktik Okyanusu’nda sıkışan bir keşif gemisi, buzlar arasında yaralı bir adam bulur. Ancak kısa süre sonra ekibi dehşete düşüren bir yaratık gemiye saldırır. İnsanüstü güce sahip bu varlık, sıradan silahlarla durdurulamaz. Yaralı adam, kendisini Dr. Victor Frankenstein olarak tanıtır ve yaratığın öldürülemeyeceğini, kendi el emeğiyle yarattığı varlığın peşini bırakmayacağını itiraf eder. Böylece, hikaye hem fiziksel hem de psikolojik bir gerilimle başlar.

Victor Frankenstein: takıntılı bir dahi

Victor’un geçmişi ise filmin ruhunu derinden şekillendirir. Çocukluk yıllarında yaşadığı travmalar, ölüm ve yaşam arasındaki sınırları keşfetme arzusunu pekiştirir. Annesi, William doğarken hayatını kaybeder; bu kayıp, genç Victor’un ölüm karşısındaki takıntısını tetikler. Babasının ilgisizliği ve otoriter tavrı, Victor’un bilimsel takıntısının ve etik sınırları zorlamasının temelini oluşturur. Kardeşi William, ailenin “altın çocuğu” olarak öne çıkarken, Victor kendi takıntı ve yalnızlığıyla yüzleşir; ölümün gizemini çözmek onun için hem kişisel hem de obsesif bir arayış haline gelir.

Yetişkin Victor, bu takıntıyı bilimsel bir amaca dönüştürür. Zengin yatırımcı Henrich Harlander (Christoph Waltz), Victor’un araştırmalarına finansal destek sağlar; karşılığında ise bir gün bir iyilik borcu ödemesini talep eder. Bu destek, Victor’un ölümün üstesinden gelme hayalini gerçekleştirmesi için gereken gücü sağlar. Laboratuvarında ölü bedenleri birleştirerek yeni bir yaratık üretir: Jacob Elordi’nin canlandırdığı varlık, hem fiziksel olarak etkileyici hem de duygusal olarak karmaşık bir figür olarak seyirciye sunulur.

Gerçek canavar kim?

Ancak yaratık hayata geçtiğinde Victor’un hayalleri kısa sürede yerle bir olur. Yaratık, insan dilini konuşamaz; sadece “Victor” kelimesini tekrar eder. Beklentilerini karşılamayan bu varlık, Victor için hayal kırıklığı ve öfkenin kaynağı olur. Tıpkı kendi babası gibi, yaratımını reddeder ve yok etmeye çalışır. Fakat yaratık yok edilemez ve intikam arzusuyla harekete geçer. Bu noktada film, sadece bir korku anlatısı olmaktan çıkar; yaratıcı ile yaratığı arasındaki psikolojik çatışmayı, baba-oğul motifini ve insanın kusurlu doğasını keşfeden derin bir dram hâline gelir.

Jacob Elordi’nin canlandırdığı Yaratık ise klasik canavar imajının ötesinde. Fiziksel olarak ürkütücü olsa da, duygusal derinliği ve insani arzularıyla öne çıkıyor. Sevilmek, anlaşılmak ve bir aileye ait olmak istiyor. Yaratık, Victor’a karşı öfke, yalnızlık ve merhametin karışımı bir duygusal yolculuk yaşıyor. Del Toro’nun anlatımıyla izleyiciye sürekli “gerçek canavar kim?” sorusunu sorduruyor.

Del Toro’nun Frankenstein’ında canavar ve insanlık

Film boyunca Victor ve Yaratık arasındaki ilişki, hikayenin merkezinde yer alıyor. Victor yaratığını reddediyor, onu yok etmeye çalışıyor ve laboratuvarını ateşe veriyor. Yaratık hayatta kalıyor, insanları gözlemliyor, bir aileyle bağ kuruyor ve dil öğreniyor. Trajik dönemeçler, Elizabeth ve William’ın ölümleri, Victor’un yarattığı canavar ile olan çatışması, izleyiciye hem korku hem de derin bir dram sunuyor. Arktik’te Victor’un ölümüne yaklaşması ve yaratığıyla barışması, Del Toro’nun mesajını netleştiriyor: Kusurlu insanlar, bağışlama ve şefkatle barış bulabilir.

Filmin gotik görselliği

Del Toro’nun imzası olan gotik görsellik ve detaylı set tasarımı, her sahneyi adeta bir tabloya dönüştürüyor. Laboratuvar sahneleri, Victor’un takıntısını ve karanlık zihnini yansıtırken, Arktik ve doğa çekimleri filmin dramatik ve epik tonunu güçlendiriyor. Yaratığın tasarımı, hem korkutucu hem de trajik bir figür olarak izleyiciye sunuluyor; bu sayede film yalnızca gözle görülür bir korku sunmuyor, aynı zamanda karakterlerin içsel çatışmalarını hissettiriyor.

Modern bir klasik

Netflix Top 10 listesinde zirveye oturması şaşırtıcı değil. Çünkü “Frankenstein (2025)”, korku, dram ve görsel şöleni harmanlayarak izleyiciye hem tanıdık hem de yeni bir deneyim sunuyor. Victor ve Yaratığın hikayesi, nesiller arası travmaların, takıntıların ve ihmalin izlerini gösterirken, affetmenin ve şefkatin dönüştürücü gücünü de hatırlatıyor. Belki de en büyük canavar, içinde taşıdığımız korkularımız ve affedemediğimiz geçmişimizdir; Del Toro ise bu filmiyle izleyiciye hem korku hem de umut vaat ediyor.