Video oyunları uzun yıllar boyunca erkeklere ait bir alan olarak kodlandı. Reklamlar, oyun dergileri ve popüler kültür; rekabetçi, şiddet odaklı ve “kazanmaya” dayalı deneyimleri oyun dünyasının merkezine yerleştirdi. Ancak tüm bu anlatının dışında, sessiz ama son derece istikrarlı bir başarı hikâyesi yazan bir seri vardı: The Sims.
Yaklaşık 25 yıldır milyonlarca oyuncunun hayatına dokunan The Sims, yalnızca bir “yaşam simülasyonu” değil; aynı zamanda kadın oyuncuların dijital dünyada kendilerine ait bir alan açmalarının da simgesi. Peki kadınlar bu oyunu neden bu kadar seviyor? Bu sorunun yanıtı, oyun tasarımından toplumsal rollere, yaratıcılıktan kaçış ihtiyacına kadar uzanan çok katmanlı bir hikâyeye işaret ediyor.

Sayılar ne söylüyor?
Araştırmalar, The Sims serisinin oyun dünyasında istisnai bir yere sahip olduğunu gösteriyor. Çeşitli akademik çalışmalar ve sektör verileri, Sims oyuncularının çoğunluğunun kadınlardan oluştuğunu ortaya koyuyor. Bazı çalışmalarda bu oran yüzde 60’ların üzerindeyken, daha güncel endüstri açıklamaları kadın oyuncu oranının çok daha yüksek olduğunu işaret ediyor.
Bu tablo, The Sims’i yalnızca “kadınların da oynadığı bir oyun” olmaktan çıkarıp, kadınlar tarafından sahiplenilmiş nadir ana akım oyunlardan biri hâline getiriyor. Ancak bu tercih, yüzeysel bir temsilden ya da tesadüfi bir popülerlikten ibaret değil.

Oyunun sunduğu temel vaat
The Sims’i diğer pek çok oyundan ayıran en temel özellik, oyuncuya sunduğu kontrol hissi. Oyuncu burada bir karakteri “yönetmez”; bir hayat kurar. Ev inşa eder, ilişkiler tasarlar, kariyer yolları çizer, gündelik rutinleri belirler.
Akademik araştırmalar, kadın oyuncuların bu tür kontrol ve yaratıcılık alanlarına özellikle değer verdiğini gösteriyor. Oyunda başarılması gereken tek bir hedef yoktur; kazanmak ya da kaybetmek yerine “deneyimlemek” vardır. Bu durum, The Sims’i rekabetçi oyunlardan ayrıştırırken, onu daha kapsayıcı bir anlatı alanına dönüştürür.
Bir başka deyişle The Sims, oyuncuya “doğru oynama” baskısı yüklemez. Yanlış seçimler bile hikâyenin bir parçasıdır. Bu özgürlük, özellikle gündelik hayatta kontrol alanları sınırlı olan bireyler için güçlü bir çekim yaratır.

Tanıdık bir dünyanın dijital simülasyonu
The Sims’in dünyası ejderhalar, savaşlar ya da kıyamet senaryoları etrafında şekillenmez. Oyunun merkezinde evler, işler, ilişkiler, komşuluklar ve gündelik rutinler vardır. Bu sıradanlık, ilk bakışta önemsiz gibi görünse de, oyunun ayırt edici gücünü tam da burada kurar.
Sosyal bilimciler, The Sims’in gündelik hayatı merkeze alan bu yapısının, oyun kültüründe uzun süre “önemsiz” ya da “oyun dışı” sayılan deneyimleri görünür kıldığını vurgular. Ev içi yaşam, bakım emeği, duygusal ilişkiler ve tekrar eden rutinler; pek çok ana akım oyunda arka plana itilirken, The Sims’te anlatının merkezine yerleşir.
Ancak oyun, bu alanları sabit rollerle tanımlamaz. Aksine oyuncuya, gündelik hayatın nasıl yaşanacağına dair farklı olasılıkları deneme imkânı sunar. Evlenmek, çocuk sahibi olmak ya da geleneksel aile modellerini sürdürmek zorunlu değildir; aynı şekilde bu modeller bilinçli olarak tercih edilebilir, dönüştürülebilir ya da tamamen reddedilebilir.

The Sims bir “boş zaman pratiği” olarak
Birçok araştırma, kadın oyuncuların The Sims’i bir tür zihinsel mola olarak gördüğünü gösteriyor. Oyun, yüksek refleks ya da sürekli tetikte olmayı gerektirmez. Aksine yavaş, ritmik ve sakin bir deneyim sunar.
Bu yönüyle The Sims; dizi izlemek, dergi karıştırmak ya da hayal kurmak gibi geleneksel boş zaman pratikleriyle benzer bir işlev görür. Ancak fark şudur: Oyuncu burada yalnızca tüketmez, yaratır.
Gündelik sorumluluklardan kısa süreli bir kopuş, oyunun en güçlü vaatlerinden biridir. The Sims, “kimseye hesap vermeden” geçirilen dijital bir zaman dilimi sunar.

Lineer anlatının reddi
The Sims’te hazır bir senaryo yoktur. Oyun, oyuncunun kararlarıyla şekillenen, kendiliğinden gelişen hikâyeler üretir. Akademik literatürde bu yapı “emergent narrative” olarak tanımlanır.
Bu anlatı biçimi, özellikle hikâye kurmaya yatkın oyuncular için güçlü bir çekim yaratır. Bir karakterin yükselişi, düşüşü, ilişkileri ya da yalnızlığı tamamen oyuncunun zihninde anlam kazanır. Oyun, anlatıyı dayatmaz; yalnızca araçları sunar.

Pazarlama da bu gerçeğin farkında
The Sims’in başarısı yalnızca tasarımla sınırlı değil. Oyun, pazarlama stratejilerinde de kadın oyuncu kitlesini merkeze alan bir yaklaşım benimsiyor. Sosyal medyada aktif Simmer toplulukları, içerik üreticileriyle kurulan organik ilişkiler ve moda-güzellik dünyasıyla yapılan iş birlikleri bu stratejinin parçaları.
Bu yaklaşım, oyunu yalnızca bir ürün değil; kültürel bir platform hâline getiriyor.
Bir oyun değil, bir alan
The Sims’i kadınlar için özel kılan şey, tek bir unsur değil. Oyun; kontrol, yaratıcılık, kaçış, ifade özgürlüğü ve temsil duygusunu aynı potada eritiyor. Kadın oyuncular burada yalnızca “oynamıyor”; kendilerine ait bir alan kuruyor.
Belki de The Sims’in asıl başarısı tam olarak burada yatıyor: Oyuncuya nasıl yaşaması gerektiğini söylemeyen, yalnızca “istersen başka türlü de olabilir” diyen bir dünya sunmasında.
Ve bazen, en güçlü oyun deneyimi tam olarak budur.





