Tarih kitapları genellikle imparatorlukların yükselişini ve yıkılışını ayrı ayrı anlatır. Roma çökerken Bizans yükselir, Osmanlı gerilerken İngiltere parlar. Ancak insanlık tarihinde öyle bir dönem var ki, o günün bilinen dünyasındaki her şeyve herkes aynı anda, korkunç bir domino etkisiyle yok oldu.

MÖ 1200'lü yıllara gelindiğinde dünya, modern çağı kıskandıracak bir "küreselleşme" yaşıyordu. Mısır firavunları ile Hitit kralları birbirlerine "kardeşim" diye hitap ediyor, diplomatik evlilikler yapılıyor, Afganistan'dan gelen kalay ile Kıbrıs'tan gelen bakır Ege limanlarında buluşup bronza dönüşüyordu. Sanat, mimari ve ticaret zirvedeydi.

Sonra, MÖ 1177 civarında, sanki biri şalteri indirdi. Sadece 50 yıl içinde, binlerce yıllık medeniyetler haritadan silindi. Saraylar yandı, okuma-yazma unutuldu ve dünya yüzlerce yıl sürecek bir "Karanlık Çağ"a girdi. Peki ne oldu?

Denizden gelen ölüm: "Ülkem yanıyor baba!"

Yıllarca tarihçiler, bu çöküşün tek suçlusu olarak "Deniz Kavimleri"ni gösterdi. Mısır Firavunu III. Ramses'in Medinet Habu tapınağındaki zafer yazıtlarında, "denizden gelen yabancıların" bir çekirge sürüsü gibi ilerlediği, Hattuşa (Hitit), Karkamış ve Arzava'yı yerle bir ettiği yazar.

Bu yıkımın en canlı ve tüyler ürperten kanıtı ise Suriye kıyısındaki zengin ticaret kenti Ugarit'te bulundu. Arkeologlar, bir fırının içinde pişirilmeye bile fırsat bulunamamış, alelacele yazılmış bir kil tablet buldu. Ugarit Kralı Hammurabi, Kıbrıs kralına şöyle yalvarıyordu:

"Baba, düşman gemileri geldi! Şehirlerimi yaktılar ve ülkeme büyük kötülükler yaptılar. Tüm askerlerim ve arabalarım Hitit ülkesinde, gemilerim ise Likya'da... Ülke kendi haline bırakıldı. Gelecek düşman yedi gemiymiş, haberiniz olsun!"

Bu mektup asla yerine ulaşamadı. Ugarit yakıldı, şehir bir daha asla kurulmadı ve o tablet fırında, şehrin yandığı ateşle pişti.

Tek suçlu istilacılar değil: "Kusursuz Fırtına"

Günümüzde modern arkeoloji ve jeoloji, bu çöküşün sadece "barbar istilasıyla" açıklanamayacak kadar karmaşık olduğunu kanıtlıyor. Tarihçi Eric Cline'ın "Kusursuz Fırtına" teorisine göre, felaket dört koldan geldi:

  1. Büyük Kuraklık: Bölgedeki göl tabanlarından ve mağara dikitlerinden alınan örnekler, o dönemde 300 yıl süren ani ve şiddetli bir kuraklığı doğruluyor. İtalya'dan İran'a kadar hasatlar yok oldu. Açlık, halkı saraylara karşı ayaklandırdı.

  2. Deprem Fırtınası: Jeologlar, MÖ 1225-1175 yılları arasında Kuzey Anadolu Fay Hattı ve Ege'de "deprem fırtınası" yaşandığını tespit etti. Truva, Miken, Hattuşa ve Kıbrıs'taki yıkılan duvarların altında insan iskeletleri bulundu. Depremler savunma duvarlarını yıkınca, şehirler saldırıya açık hale geldi.

  3. Ticaretin Çöküşü: Bronz üretimi için kalay şarttı ve kalay binlerce kilometre uzaktan geliyordu. Güvenlik bitince ticaret durdu. Bronz yapamayan krallıklar, silah üretemez ve ordularını donatamaz hale geldi.

  4. İç İsyanlar: Zayıflayan merkezi otoriteler, aç kalan halkın isyanıyla içeriden çöktü. Kazılarda birçok sarayın dışarıdan değil, içeriden ateşe verildiğine dair kanıtlar bulundu.

Küreselleşmenin bedeli

MÖ 1177 çöküşü, "birbirine aşırı bağımlı" sistemlerin ne kadar kırılgan olduğunu gösteren ilk tarihi ders. Hititler Mısır'a tahıl, Mısır Mikenlere altın, Mikenler ise Hititlere zanaatkar satıyordu. Zincirin bir halkası (ticaret yolları) koptuğunda, kimse tek başına ayakta kalamadı.

Sonuçta Hitit İmparatorluğu tarihe gömüldü, Miken medeniyeti yok oldu (Yunanistan'da yazı 400 yıl boyunca unutuldu), Mısır ise içine kapandı ve bir daha asla eski gücüne kavuşamadı. Bu yıkımın küllerinden ise "Demir Çağı" doğdu. Bronzun aksine demir her yerde bulunabiliyordu; bu da kralların tekelini kırdı ve gücü daha geniş kitlelere yaydı.

MÖ 1177, medeniyetin ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunun 3200 yıllık sessiz tanığı olarak hala önümüzde duruyor.