Dünya sinema tarihinin en ikonik figürlerinden biri olan vampir imajı, bugün bildiğimiz modern görünümünü İstanbul’un arka sokaklarında kazandı. 1953 yılında yönetmen Mehmet Muhtar ve usta oyuncu Atıf Kaptan, kısıtlı imkanlarla dünya sinema tarihini kökten değiştirecek bir keşfe imza attılar. Sinema tarihçilerini hayretle düşüren bu keşif, popüler kültürün en büyük görsel miraslarından birinin Yeşilçam’a ait olduğunu kanıtlıyor.
Nosferatu’dan Atıf Kaptan’a
Sinemanın ilk yıllarında vampirler ya bir fareyi andırıyor ya da tamamen normal bir insan diş yapısına sahip görünüyordu. Mehmet Berk Yaltırık "Kazıklı Voyvoda" Yahut "Drakula İstanbul'da" makalesinde bu evrimi net bir şekilde ortaya koyar: 1922 yapımı Nosferatu’da tavşan dişli bir canavar varken, 1931'in efsanevi Dracula'sında Bela Lugosi normal dişlerle karakteri canlandırmıştı.
Ancak 1953'te Atıf Kaptan’ın ağzına takılan fildişinden yapılma iki sivri aparat, modern vampir estetiğinin dünyadaki ilk örneği oldu. Hollywood'un bu dişleri Christopher Lee ile keşfetmesi ise ancak 1958 yılında gerçekleşebildi. Yani Yeşilçam, global vampir imajını Batı'dan 5 yıl önce tasarlamıştı.
Kültürel bir adaptasyon şaheseri
Film, Bram Stoker’ın romanını doğrudan uyarlamak yerine Ali Rıza Seyfi’nin "Kazıklı Voyvoda" eserini temel alarak karakteri yerlileştirdi. Batı sinemasında vampire karşı kullanılan "Haç", bu filmde yerini Kur’an-ı Kerim ayetlerine ve dualara bıraktı. Drakula figürü ise soyut bir canavar olmaktan çıkarılıp, Fatih Sultan Mehmet’in sarayında büyüyüp ihanet eden III. Vlad (Kazıklı Voyvoda) olarak Türk tarihine entegre edildi.
Sis makinesi yoksa sigara dumanı var
Teknik imkansızlıklar, Yeşilçam’ın yaratıcı dehasını durdurmaya yetmedi. O dönemde sis makinesi olmadığı için gotik bir atmosfer yaratmak isteyen set ekibi, tüm personele aynı anda sigara içirterek o meşhur dumanlı sahneleri oluşturdu. Çift pozlama tekniğiyle Drakula’nın duvardan geçme sahneleri yaratılırken, teknik yoksunluklar sinema dersi niteliğinde yaratıcı çözümlerle aşıldı.
Modern vampir sinemasının "kayıp halkası"
Uzun yıllar tozlu raflarda bekleyen "Drakula İstanbul’da", son yıllarda yapılan dijital restorasyon çalışmalarıyla yeniden hayat buldu. Uluslararası korku festivallerinde gösterilen film, yabancı eleştirmenler tarafından artık "modern vampir sinemasının kayıp halkası" olarak nitelendiriliyor. Bugün Hollywood'un görkemli yapımlarında kullanılan o sivri dişlerde, 1950'lerin kısıtlı imkanlarıyla tarih yazan Türk sinemacıların imzası bulunuyor.
Eğer filmi merak ediyorsanız restorasyonlu hâlini Youtube'dan izleyebilirsiniz:






