Sinema salonlarının tozunun atıldığı, "art house" yönetmenlerin gişe rekorları kırdığı ve beyaz perdenin yeniden bir tapınağa dönüştüğü bir yılı geride bırakıyoruz. 2025, sadece filmleriyle değil, bir araya getirdiği "imkansız" kadrolarla da hafızalara kazındı.
Paul Thomas Anderson, Guillermo del Toro ve Yorgos Lanthimos gibi auteur yönetmenlerin imzasını taşıyan yapımlar; güçlü oyuncu kadroları ve dikkat çekici hikâyeleriyle 2025’in en çok konuşulan filmleri arasında yer aldı. İşte bu yıl mutlaka izleme listenize eklemeniz gereken 6 film…
1. One Battle After Another (Paul Thomas Anderson)
Sinema tarihinin en büyük "kavuşması" nihayet bu yıl gerçekleşti. Kariyeri boyunca Amerikan ruhunun karanlık dehlizlerinde dolaşan Paul Thomas Anderson, bu kez yanına neslinin en büyük oyuncusu Leonardo DiCaprio'yu alarak epik bir "Los Angeles senfonisi" yazdı. Yıllardır dedikodusu yapılan bu işbirliği, sadece bir film değil, adeta bir gövde gösterisiydi. DiCaprio'yu alışık olduğumuz jilet gibi takım elbiseler içinde değil, pasaklı, kafası karışık ve paranoyak bir baba figüründe izlemek yılın en sarsıcı deneyimlerinden biriydi. Sean Penn ve Benicio del Toro'nun da katılımıyla kadro, adeta bir "All-Star" takımına dönüştü.
Filmin hikayesi ise Thomas Pynchon'ın "Vineland" romanının modern ve oldukça serbest bir uyarlaması olarak karşımıza çıktı. 90'lı yılların başında, Reagan dönemi sonrasının politik paranoyasında geçen filmde; eski bir radikal olan Zoyd Wheeler (DiCaprio) ve kızı Prairie'nin, geçmişin hayaletlerinden ve özellikle de takıntılı federal ajan Brock Vond'dan (Sean Penn) kaçışını izledik. Anderson, o meşhur uzun planlarını bu kez aksiyon ve kaosla harmanlayarak, izleyiciyi hem güldüren hem de geren, "Amerikan Rüyası"nın kabusa dönüştüğü o ince çizgide yürüttü.
2. Marty Supreme (Josh Safdie)
Safdie Kardeşler'in "Uncut Gems" ile yarattığı o nefes kesen, kalp sıkıştıran kaos, bu yıl Josh Safdie'nin solo yönetmenliğinde masa tenisi masasına taşındı. Evet, yanlış duymadınız; masa tenisi hiç bu kadar "seksi" ve tehlikeli görünmemişti. Yılın stil ikonu olmaya aday filmde Timothée Chalamet, o narin "Dune" prensi imajını yırtıp attı; ince bıyığı, tel çerçeveli gözlükleri ve 50'ler modasıyla bambaşka birine dönüştü. Gwyneth Paltrow'un yıllar sonra sinemaya dönüşü ise filmin en şık sürpriziydi.
Film, profesyonel ping-pong oyuncusu Marty Reisman'ın hayatından esinlenerek, sporun bir tutkudan ziyade bir "hayatta kalma savaşı" olduğu yeraltı dünyasını anlatıyor. Marty'nin (Chalamet) dünya şampiyonu olma hırsı, New York'un dumanlı salonlarında, bahisçilerin ve dolandırıcıların arasında bir tür gladyatör dövüşüne dönüşüyor. Safdie, topun masaya her değdiğinde çıkardığı sesi bir kalp atışı gibi kullanarak, temposu bir saniye bile düşmeyen, neon ışıklı ve bol terli bir görsel şölen sundu.
3. Frankenstein: The Anatomy Lesson (Guillermo del Toro)
Guillermo del Toro, çocukluğundan beri hayalini kurduğu projeyi 2025'te nihayet gerçekleştirdiğinde, salonlarda korkudan çok hüzün hakimdi. Mary Shelley'nin klasik eserine sadık kalan ama onu görsel bir şiire dönüştüren Del Toro, "canavar" kavramını yeniden sorgulattı. Oscar Isaac'in delilik sınırındaki Doktor Frankenstein performansı muazzamdı ama asıl alkışı, o devasa ve yaralı bedeniyle Yaratık'a hayat veren Jacob Elordi topladı. Mia Goth ise gotik gelinin ta kendisi olarak yine büyüledi.
Hikaye, bildiğimiz yaratılış mitini alıp, yaratılanın "baba"sıyla (yaratıcısıyla) olan trajik ilişkisine odaklandı. Karlar altındaki Avrupa'dan Kuzey Kutbu'nun buzullarına uzanan bu takip öyküsü, sadece bir korku filmi değil, varoluşsal bir sancının anatomisiydi.
4. Weapons (Zach Cregger)
2022'de "Barbarian" ile korku sinemasında deprem yaratan Zach Cregger, bu yıl çıtayı arşa çıkardı. "Weapons", tek bir evde geçen klostrofobik bir gerilim değil; Paul Thomas Anderson'ın "Magnolia"sı gibi çok karakterli, devasa bir korku destanıydı. Josh Brolin'in karizmatik ve yorgun bir şerif olarak başı çektiği kadroda, Julia Garner'ın performansı "tekinsizliğin" tanımı gibiydi. Cregger, korku sinemasında hikaye anlatıcılığının sınırlarını zorlayarak, 2025'in en zeki senaryosuna imza attı.
Film, küçük bir Amerikan kasabasında lise öğrencilerinin ardı ardına kaybolmasıyla başlıyor ama olay basit bir "seri katil" hikayesi değil. Cadılık, eski batıl inançlar ve modern toplumun çürümüşlüğü iç içe geçiyor. Farklı hayatların, farklı travmaların ve sırların tek bir "kötülük" etrafında birleştiği film, izleyiciyi sürekli diken üstünde tutan bir bulmaca gibiydi. Final sahnesi ise sinema tarihinin en şoke edici anlarından biri olarak kayıtlara geçti.
5. Bugonia (Yorgos Lanthimos)
Yorgos Lanthimos ve ilham perisi Emma Stone, "Poor Things"ten sonra yine rahatsız edici ama bir o kadar da eğlenceli bir işbirliğiyle döndü. Güney Kore yapımı "Save the Green Planet!"ın bu yeniden çevrimi, Lanthimos'un elinde tam bir kara mizah şaheserine dönüştü. Jesse Plemons'ın paranoyak bakışları ve Emma Stone'un soğukkanlı oyunculuğu, filmin o tuhaf atmosferini mükemmel tamamladı.
Film, komplo teorilerine kafayı takmış iki gencin, büyük bir ilaç şirketinin CEO'sunu (Stone) kaçırmasını konu alıyor. Amaçları fidye değil; çünkü onlar bu kadının dünyayı yok etmeye gelmiş bir uzaylı olduğuna inanıyorlar! Lanthimos, izleyiciyi film boyunca "Gerçekten kadın uzaylı mı yoksa bu çocuklar deli mi?" sorusuyla baş başa bıraktı.
6. The Naked Gun (Akiva Schaffer)
Yılın en büyük "ters köşe"si şüphesiz bu filmdi. Yıllardır "Taken" serisiyle tanıdığımız, telefonda "Seni bulacağım ve öldüreceğim" diyen o sert adam Liam Neeson, bu kez tüm karizmasını yerle bir ederek bizi kahkahaya boğdu. Efsanevi Leslie Nielsen'in mirasını devralan Neeson, Frank Drebin Jr. rolünde o kadar ciddi dururken o kadar komik hatalar yaptı ki, salonlar kahkaha krizine girdi.
Akiva Schaffer yönetimindeki film, orijinal serinin o meşhur "slapstick" (fiziksel komedi) tarzını modern dünyaya uyarladı. Emekli olmak üzereyken dünyayı tehdit eden saçma bir komployu çözmek zorunda kalan Dedektif Drebin'in sakarlıkları, arka planda sürekli patlayan espriler ve Pamela Anderson'ın şaşırtıcı derecede iyi performansı, 2025'in stresini atmak için en iyi ilaç oldu. Polisiye klişeleriyle dalga geçen bu film, nostaljinin en eğlenceli haliydi.





