Dünya edebiyatının iki sıra dışı kadını… Sylvia Plath ve Nilgün Marmara. Birisi Amerika’da doğmuş, erken yaşta şiir dünyasının en karanlık ve parlak yönlerini keşfetmiş bir mucize çocuk; diğeri İstanbul’un karmaşasında yetişmiş, Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okumuş, Plath’ın izinde kendi içsel yolculuğunu sürdüren bir genç şair. İkisi de kısa yaşamlarına büyük edebi miras sığdırdı. Ve ikisi de ölümle yüzleşti.

Sylvia Plath Ve Nilgün Marmara'nın Edebi Bağı (1)

Sylvia Plath ve Nilgün Marmara

Nilgün Marmara, üniversite yıllarında Sylvia Plath’ı araştırmaya başladı. Mezuniyet tezinin başlığı, Marmara’nın Plath’a olan hayranlığını ve edebi yakınlığını açıkça ortaya koyuyor: “Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi.” Marmara, Plath’ın intiharını yalnızca bir trajedi olarak değil, bir sanatsal ve varoluşsal ifade biçimi olarak inceliyordu.

Plath’ın dizelerinde ölüm, hem yıkma hem de yaratma eylemi olarak yer alır. Marmara, bu yaklaşımı kendi iç dünyasında yankılandırdı ve bir anlamda, kendi şiirsel diliyle Plath’ın mirasını Türkiye’de yaşatmaya başladı.

Sylvia Plath Ve Nilgün Marmara'nın Edebi Bağı (2)

Babalar, kocalar ve kadınlığın yükü

Sylvia Plath, babasının erken ölümüyle sarsıldı; Nilgün Marmara ise benzer biçimde hayatın yüklerini, toplumsal baskıları derinden hissetti. Plath’ın şiirlerinde erkek figürleri çoğunlukla otoriter, korkutucu ve “faşist” imgelerle temsil edilir. Marmara, bu mirası kendi şiirlerinde dönüştürerek, kadın olmanın çelişkili süreçlerini, yalnızlığın ve içsel çatışmanın ağırlığını işler.

Plath’ın “Leydi Lazarus” ve “Babacığım” gibi şiirleri, Marmara için hem bir rehber hem de bir ayna işlevi görür. Bu şiirlerde ölüm, bir kaçış değil, aynı zamanda yaşamı anlamlandırma ve sanatla bütünleştirme aracıdır.

Sylvia Plath Ve Nilgün Marmara'nın Edebi Bağı (3)

Ölümün sanatı

Plath’ın ölüm tutkusu, onun şiirsel dili kadar keskin ve melodiktir. Günlüklerinde ve şiirlerinde “ölmek bir sanattır” der; Marmara da bu ifadeyi hem akademik çalışmasında hem de şiirlerinde yansıtır. Ölüm, iki şair için de sıradan bir olay değil, varoluşu anlamlandırmanın bir yolu, yaratıcı bir eylemdir.

Nilgün Marmara, Plath’ın intiharını incelerken kendi içsel sancılarını da sezdirir: “Plath’ın narin, incinebilir ruhani varlığı… onu ölüme sürüklemiştir,” der. Marmara’nın bu gözlemi, kendi ölüm seçimini anlamlandırmak için bir ayna gibi işlev görür.

Sylvia Plath Ve Nilgün Marmara'nın Edebi Bağı (5)

Şiirle yaşamak, şiirle ölmek

Plath, kısa yaşamına rağmen şiirleri aracılığıyla evrensel bir miras bıraktı. Marmara, onu anlamaya çalışırken kendi şiir dilini geliştirdi. Her iki şair de sesin, ritmin ve dizelerin büyüsüne inanır; şiirlerini yüksek sesle okuyarak müziğin ve anlamın kusursuzluğuna ulaşmaya çalışır.

Bu süreçte ölüm ve yaratı arasında kurulan bağ, her iki şairin eserlerini daha da derinleştirir. Ölüm bir kaçış değil, yaratı için bir kaynak, yaşamı kavramanın bir yolu haline gelir.

Sylvia Plath Ve Nilgün Marmara'nın Edebi Bağı (4)

Kısa yaşamların derin izleri

Sylvia Plath, dünyadan kopup gittiğinde Nilgün Marmara henüz beş yaşındaydı. Ama Marmara, Plath’ın izini sürerek kendi yaşam ve ölüm anlayışını şekillendirdi. Her iki şair de sadece kısa süreli bir yaşam sürmelerine rağmen, dünya edebiyatına kalıcı bir iz bıraktı.

Onların eserlerinde ve yaşamlarında görülen bu paralellik, sadece biyografik değil, ruhsal ve edebi bir bağdır. Sıra dışı zekâları, toplumsal baskılara karşı direnmeleri ve yaratıcı dehaları, onları “iki mucize kadın” olarak edebiyat tarihine kazandırdı.