Bilim kurgu filmlerinin vazgeçilmez unsuru olan solucan delikleri, son günlerde yeniden bilim dünyasının ve medya manşetlerinin gündemine oturdu. Genel görelilik kuramının matematiksel bir olasılığı olarak ortaya çıkan bu yapılar, evrenin bir ucundan diğerine kısa yoldan gitme hayallerini süslüyor.
Özellikle son dönemde yayımlanan bazı makaleler, sıra dışı kütleçekim dalgalarının evrenleri birbirine bağlayan tünellerin işareti olabileceğini veya atom altı solucan deliklerinin evrenin genişlemesinden sorumlu tutulabileceğini öne sürüyor. Ancak bu heyecan verici başlıkların ardındaki bilimsel gerçeklik, sanıldığı kadar net değil ve ciddi tartışmaları da beraberinde getiriyor.

Işık hızını aşmanın teorik kısa yolu
Fizikçilerin "Einstein-Rosen köprüsü" olarak da adlandırdığı solucan deliği kavramı, uzay-zamanın bükülerek iki uzak noktanın bir tünel aracılığıyla birbirine bağlanması fikrine dayanıyor.
Popüler bilimde genellikle bükülmüş bir kağıdın ortasından geçen bir kalemle tasvir edilen bu yapı, teorik olarak ışık hızını aşmadan, ışığın gideceği yoldan daha kısa sürede bir noktadan diğerine ulaşmayı vadediyor. Bu fikir, Einstein'ın teorileriyle uyumlu olduğu için oldukça cazip gelse de pratikte büyük engeller barındırıyor.
Matematiksel modeller, böyle bir tünelin açık kalabilmesi için "negatif enerji yoğunluğuna" sahip bir maddeye ihtiyaç duyulduğunu söylüyor; ancak evrende böyle bir maddenin varlığına dair henüz hiçbir kanıt bulunmuyor. Ayrıca bu tünellerin zamanda yolculuğa ve dolayısıyla paradokslara yol açma ihtimali, fizikçilerin bu yapıların gerçekliğine şüpheyle yaklaşmasına neden oluyor.
Kuantum dünyasında mikroskobik tüneller
Bilim insanları, uzay ve zamanın kuantum özelliklerini açıklamaya çalışan "kuantum kütleçekimi" teorilerinde solucan deliklerinin daha olası bir yeri olduğunu düşünüyor. Bu teorilere göre, uzay-zaman dokusundaki vahşi dalgalanmalar sırasında, atomdan çok daha küçük, mikroskobik solucan delikleri sürekli olarak oluşup yok olabilir.
Hatta güçlü bir şekilde birbirine dolanmış iki sistemin, minik bir solucan deliği ile birbirine bağlı olduğu düşüncesi, karmaşık matematiksel problemleri çözmek için fizikçilere yardımcı olan bir araç olarak kullanılıyor. Ancak bu tür mikroskobik yapılar, içinden bir uzay gemisi geçirip galaksiler arası seyahat edilebilecek türden fiziksel tünellerden ziyade, matematiksel birer düzenleme aracı olarak görülüyor.
Son dönemdeki iddialar ne kadar gerçekçi?
Medya manşetlerini süsleyen son araştırmalar incelendiğinde ise durumun biraz daha karmaşık olduğu görülüyor. Örneğin, 2019 yılında LIGO ve Virgo gözlemevleri tarafından tespit edilen alışılmadık bir kütleçekim dalgası sinyalinin, bir solucan deliğinden gelen yankı olabileceği iddia edilmişti. Ancak yapılan detaylı analizler, bu sinyalin klasik bir kara delik birleşmesiyle daha iyi açıklandığını ortaya koyuyor ve solucan deliği iddiasını zayıflatıyor.
Benzer şekilde, solucan deliklerinin iç yapısının kuantum etkileriyle "tırtıl" benzeri boğumlu bir yapıya dönüşeceğini öne süren teorik çalışmalar ilginç olsa da bu yapıların evrende gerçekten var olup olmadığına dair bir kanıt sunmuyor. Bir başka tartışmalı iddia ise uzay-zaman köpüğünde oluşan mikroskobik solucan deliklerinin, evrenin enerji bütçesine katkı sağlayarak "karanlık enerjiyi" açıklayabileceği yönünde.
Ancak bazı fizikçiler, bu tür teorilerin basit bir olguyu açıklamak için gereksiz derecede karmaşık modeller kurduğunu ve bilimsel geçerliliğinin oldukça düşük olduğunu savunuyor. Özetle, solucan delikleri teorik fiziğin en heyecan verici çalışma alanlarından biri olmaya devam etse de şu an için varlıklarına dair elimizde somut bir kanıt bulunmuyor.







