Amerikan tarihinin en parlak yüzlerinden biri olan Marilyn Monroe, yalnızca bir Hollywood yıldızı değil; aynı zamanda 20. yüzyılın en güçlü siyasi ailesiyle kesişmiş, bu kesişmenin bedelini ise hayatıyla ödemiş bir figürdü. Kennedy kardeşlerle kurduğu ilişki, yıllar boyunca magazin sayfalarına sıkıştırılmaya çalışılsa da, gerçekte Soğuk Savaş Amerikası’nın iktidar, güvenlik ve ahlak çatışmalarını açığa çıkaran karanlık bir dosyaya dönüştü.
Amerika’nın umudu: John F. Kennedy

1960’ların başında Amerika Birleşik Devletleri, dışarıdan bakıldığında genç, karizmatik ve umut dolu bir yönetim tarafından temsil ediliyordu. John F. Kennedy’nin başkanlığı, Camelot efsanesiyle kutsanmıştı; zarafet, entelektüel güç ve kültürel canlılık bu dönemin vitriniydi. Ancak bu parıltılı vitrin, perde arkasında istihbarat operasyonları, organize suç bağlantıları ve kişisel zaaflarla örülü bir dünyayı gizliyordu. Marilyn Monroe, tam da bu iki dünyanın kesiştiği noktada duruyordu.
Hollywood ile Washington arasındaki görünmez köprü

Bu ilişkinin kapısını aralayan isim, Kennedy ailesinin Hollywood’daki gayriresmi temsilcisi sayılan Peter Lawford’du. Başkanın kız kardeşi Patricia ile evli olan Lawford, Washington ile Hollywood arasında kurulan görünmez köprünün kilit taşıydı. Santa Monica’daki plaj evi, dönemin elitlerinin ve yıldızlarının bir araya geldiği, basından uzak, korunaklı bir alan olarak ün kazandı. Kennedy kardeşler burada yalnızca eğlenmiyor; iş insanları, aktörler ve zaman zaman suç dünyasının figürleriyle de temas kuruyordu.
Marilyn Monroe’nun Kennedy dünyasına girişi

Marilyn Monroe’nun bu çevreye dahil edilmesi, Lawford’un yönlendirmesiyle gerçekleşti. Kırılgan ruh hali, ilaç bağımlılığı ve duygusal iniş çıkışları herkesçe bilinen Monroe, buna rağmen Kennedy’lerin dünyasına adım attı. John F. Kennedy için bu ilişki, güç ve statünün doğal bir uzantısıydı. Onun özel hayatı, aktrislerden gazetecilere, hatta ulusal güvenlik riski taşıdığı düşünülen isimlere uzanan bir örüntü sergiliyordu. Monroe ise bu zincirin en parlak ama aynı zamanda en tehlikeli halkasıydı.
İlişkinin ilk somut kanıtı

1962 baharında Palm Springs’te yaşanan bir hafta sonu, ilişkinin en somut anlarından biri olarak hafızalara kazındı. Bing Crosby’nin evinde geçen bu buluşma, birçok biyografi yazarına göre Monroe ile Kennedy arasındaki tek gerçek yakınlaşmaydı. Ancak Monroe için bu an, yalnızca geçici bir ilişki değil, anlam yüklü bir bağa dönüşmeye başlamıştı. Washington’daki danışmanlar içinse bu durum alarm zillerinin çalması demekti.
Her şeyin bittiği an
Gerilim, 19 Mayıs 1962 gecesi Madison Square Garden’da zirveye ulaştı. Monroe’nun Başkan Kennedy’nin doğum günü için sahneye çıktığı o an, Amerikan popüler kültürünün en ikonik görüntülerinden biri haline geldi. Vücuduna adeta dikilmiş elbisesi, fısıltıya yakın sesi ve sahnedeki mahrem tonu, salondaki binlerce kişiye tanıklık ettikleri şeyin bir şovdan fazlası olduğunu hissettirdi. Basın bu anı, Başkan’ın özel hayatının kamuoyunun önüne serilmesi olarak okudu. Kennedy için bu gece, ilişkiye çizilen kalın bir son çizgiydi.
John geri çekildi, Robert devreye girdi

Kısa süre sonra John F. Kennedy geri çekildi. Ancak Monroe’nun hayatındaki boşluk, bu kez Robert F. Kennedy tarafından dolduruldu. Adalet Bakanı ile Monroe arasındaki bağın, ağabeyine kıyasla daha yoğun ve daha tehlikeli olduğu iddia edildi. Aile içi yazışmalar ve FBI notları, bu ilişkinin yalnızca söylentiden ibaret olmadığını ortaya koyuyordu. Monroe için bu ikinci safha, umutla birlikte yıkımı da getirdi. Hem Kennedy kardeşler tarafından dışlanması hem de film stüdyosuyla yaşadığı krizler, onu psikolojik olarak uçurumun kenarına sürükledi.
Devlet gözünde “güvenlik riski”ne dönüştü

Bu noktada Monroe, artık yalnızca bir aktris değil, devlet gözünde potansiyel bir güvenlik riskiydi. Sol çevrelerle kurduğu ilişkiler, Castro’ya dair sempatisi ve öfkeyle sarf ettiği “her şeyi anlatırım” tehditleri, istihbarat birimlerinin dikkatini üzerine çekti. Telefonları dinleniyor, evi izleniyordu. Hollywood’un en ünlü kadını, giderek yalnızlaştırılmıştı.
Marilyn Monroe intihar etmedi mi?

4-5 Ağustos 1962 gecesi, bu yalnızlık ölümle sonuçlandı. Resmi kayıtlara “muhtemel intihar” olarak geçen olay, daha ilk saatlerden itibaren ciddi soru işaretleri doğurdu. Tanık ifadeleri, zaman çizelgesindeki boşluklar ve kaybolan belgeler, o gece Monroe’nun evinde yalnızca trajedi değil, aynı zamanda bir panik yaşandığını düşündürdü. Robert Kennedy’nin Los Angeles’ta olduğu iddiaları, ambulans anlatıları ve olay yerinde yapılan “temizlik”, dosyanın kapanmasını hiçbir zaman mümkün kılmadı.
1982’de yeniden açılan soruşturma, hukuki anlamda cinayet bulgusuna ulaşamadı. Ancak imha edilen örnekler, eksik telefon kayıtları ve çelişkili tanıklıklar, Monroe’nun ölümünün ardındaki sis perdesini dağıtmaya yetmedi. Bu belirsizlik, yıllar içinde sahte belgelerle, uydurma fotoğraflarla ve ticari sömürülerle daha da karmaşık hale getirildi.
Bir magazin hikâyesinden çok daha fazlası

Bugün Marilyn Monroe ile Kennedy hanedanlığı arasındaki ilişki, basit bir aşk söylentisi olarak okunamaz. Bu hikâye, gücün birey üzerindeki yıkıcı etkisini, devletin kendi imajını korumak için ne kadar ileri gidebildiğini ve parıltılı vitrinlerin ardında nasıl karanlık mekanizmalar çalıştığını gösteren tarihsel bir ders niteliği taşıyor. Monroe’nun trajedisi, yalnızca bir yıldızın sönüşü değil; Amerikan rüyasının bedeline dair en çarpıcı hatırlatmalardan biri olarak yaşamaya devam ediyor.





